22 Kasım 2010 Pazartesi

Ofisi farelerin bastığı şu günlerde..

Bu blogun ilk gönderisi olan şiirden bile iğreniyorum. Türlü ruh hallerini şaşkınlık verici bir dinginlikle tecrübe eden ruhuma 9 günlük tatil sonrası, iş yerimdeki son haftama kurumuş bir simit, arkadaşlarımın hediye ettiği çikolataların kartonları ve bir tomar kağıdın bulunması gereken (bir daha dokunamayacağım geçen kıştan kalma bir çift yün eldiven, turuncu saplı meyve bıçağı, çakmak, c vitamini gibi nesneleri de barındıran ve aslında bir arada olmaları çok da alakasız olmayan bu kendi kozmozunda denge halinde hayatını idame ettiren) üst çekmecemde bir avuç fare pisliği ve kırpılmış, hatta hunharca yenmiş kartonları, kağıtları görünce çekmeceyi usulca kapayıp hiçbir tepki vermeden bilgisayarımı açtım. Bugünlerde böyleyim işte, hayatıma sokmam gereken yeşil rengi (ki kendisine ileride değineceğim) biraz abartarak fazla uysal, fazla dingin, kendimden uzaklaşmak pahasına itaatkarım. Her geçen gün aldığım farklı haberlerin beni, hayat karşısında daha fazla tepkisizliğe ittiği ise adı konabilir bir gerçeklik. Size her şeyi anlatacağım ama Ruhi Bey'in dediği gibi "vaktim yok, vaktim yok.."
Diyeceğim o ki okuyucu, dipteki gönderilerden arındırdığım bu blogda seninle paylaşacağım coşkun taşkın ruhumdan geçenleri. Şimdi gitmeliyim ki yarın erken kalkıp güzel bir güne güzel başlayabileyim. Evden çıkarken Ruhi Bey'in yaptığı gibi sardunya tadında frenk üzümleri ile günümü tatlandıramayacak olsam da,
"biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi duracağım, azıcık gülümseyeceğim, ve dünya bana gülümseyecek"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder