Böyle duygularıma hitap eden şarkılar dinlemek istiyorum. Melankolik melodilerde devindirmek istiyorum ruhumu ama yapamıyorum. Sadece elim yüzüm radyasyon halde bilgisayar ekranına bakabiliyorum: Facebook güncellemelerine, eski fotoğraflarımıza, msn'e girip girmediğini kontrol etmek amacıyla.. Birşeyler hissediyorum ama bunları "biz güzeldik oysa. iyiydik biz." gibi bir elin parmağını geçmeyen sayıda kelimelerden oluşan cümlelerden başka şeylerle açıklayamıyorum. İçimdeki isyan ne bir gözyaşına dönüşüyor, ne de taşkın bir harekete. Zaman zaman onu arayıp ne olduğunu tahayyül edemediğim hislerimi ona aktarmaya çalışıyorum sesimi yükselterek. Bunun haricinde normal hayatımı idame ettiriyorum anneme renk vermemek için tabii. Zaten Başak yeterince üzdü onu gönül işleriyle, ben de eğitimdir iştir kafasını karıştırdım kadının. Artık kaldıramıyor duygu taşkınlıklarını, etrafındaki herşey olduğu gibi kalsın istiyor. Ben de ayak uydurmaya çalışıyorum işte. Böyle melankolik şarkılar dinleyesim var ama şaşkınlığım daha ağır basıyor. Kapadım kulaklarımı. Birlikte sürdüğümüz yaşamdan kesitler geliyor sadece gözümün önüne geçmişimiz Mad Men'deki "Atlıkarınca"daymış gibi. Kulağımda dua sesleri var sadece. Her durumda olduğu gibi bu durumda da "Böyle olduysa böyle olmalıdır" diye düşünüyorum. O kadar sakin ki ruhum, yalnızca üzülüyorum. Bazen arıyorum onu, benimle hiç eskisi gibi konuşmuyor. Sesi donuk ve mutsuz geliyor. Yine bağırıp çağırmaya başladığımda yine susup "ne yapabilirim"le başlayan mantıksız açıklamalar yapıyor. "Böyle olduysa böyle olmalıdır". Yine de kabullenemiyor işte insan. Karşısındakinin hayal ettiği kimse olmadığını bile bile içinde bulunduğu durumu korumak, korumak istiyor. Önceliklerini, hayallerini ona göre adapte ettiği için de ondan daha iyisini bırak, onun gibi birini ömründe bir daha asla bulamayacağını düşünerek daha büyük bir boşluk hissi duyuyor yüreğinin olduğu yanında. Yaptığımız o günkü konuşmadan sadece "Artık dayanamıyorum" sözünü ve hüngür hüngür ağlaşmalarımızı hatırlıyorum bu işin bir parçası değilmişçesine hissiz halde. Bazen geçmişe hayıflanmak geliyor aklıma. Hayıflanıyorum. Boşu boşuna hem kendime hem ona hayatı zehir ettiğim için mesela. Onunla uzun bir ilişkiyi hiç düşünmediğimi hatırlıyorum. Uyku vakti geldiğinde hep son kezmişçesine sıkı sarıldığımı hatırlıyorum. Bu kucağın güvenin ete kemiğe bürünmüş hali olduğunu ancak onu yitirdiğimde anlayacakmışım meğer. Hala onunla olmak, gezmek, içmek istiyorum. Aynı tadı alamayınca önce ona sonra kendime kızıyorum. Ne olmasını bekliyorum ki! İşte bu esnada başa dönüyoruz "biz iyiydik ama. güzeldik biz." Yarını olmayan bir güzellik.. Kendime mi ona mı üzüleceğimi şaşıyorum bu noktada. Üzerler onu, canını yakarlar diye ödüm kopuyor. Madem gidecek, bari mutlu olsun bir başkasıyla, yüzü gülsün istiyorum.
"Giderken bıraktığı bütün renkler siyah oldu".. dayanamadım dinledim. Ağlayınca nefes alırken küçükken hastalandığımda duyduğum hissi duydum. Bu da bi-nevi hastalık değil mi.. Şimdi cevapsız sorular şarkısını dinliyorum Manga'nın. Ben. Manga dinliyorum. Sözleriyle hep dalga geçtiğim, yalan yanlış söylediğim, bununla da onu hep güldürdüğüm şarkıyı. Beni tekrar sevsin istiyorum. O da sevmezse kim sevecek peki beni?
"İnsan yaşamayı öğrenmeli. Bunun için her gün alıştırma yapıyorum. En zor olan kim olduğumu bilmemem. Bu nedenle bir kör gibi ilerliyorum. Eğer birisi beni olduğum gibi severse, belki o zaman kendimi kabul edebilirim. Ama bu olasılık şu anda oldukça uzak görünüyor."
Bergman'ın demin izlediğimiz Güz Sonatı'ndan Liv Ullmann'ın bir repliği. Kim sevecek beni olduğum gibi? Onu olduğu gibi?
Ne zamandır ağlayamıyordum, iyi geldi. "Neleri atlattım ben yahu.." diyerek bunda takılmayacağıma kendimi inandırmaya çalışan bir özgüven çıktı ortaya akan yaşlarla. Bunda az önce onu aramam ve tv karşısında uyuduğunu öğrenmemin etkisi de yadsınamaz tabi.
Yine de inanıyorum, kendimi bir daha hiçkimseye bu kadar ait hissetmeyeceğim.