Öyle bir film izlemek istiyorum ki içime işlesin. Belki biraz duygusal ve dramatik olabilir. Eski olsun ve tutkulu. Artık bu hissin yalnızca iş hayatında kişisel hırslara indirgendiğini unuttursun bir an da olsa.
24 Şubat 2011 Perşembe
23 Şubat 2011 Çarşamba
Love will tear us apart.. Again!
Gecenin bu saatinde, şarabın tadına caz dinleyerek varmış, yatmak üzereyken, hatta yatıyorken, olabilecek en güzel şey belki de şu an "love will tear us apart" dinlemek kim söylüyor olursa olsun. En az 2 sene daha burada kalacağımı öğrendikten ve sevgili sevgilimden ayrı kalacağımı da düşününürsek, evet, bu gece için çok uygun oldu. Çok yaşa eksen.
13 Şubat 2011 Pazar
Seni uğurlayıp eve geldiğimde çok acı yiyerek çok soğuk içtim. Hemen ardından çok tatlı yiyor ve çok sıcak içiyorum. Hiçbirşey, ağzımdaki pas tadının içime sinen hali, o hiçbir yerde olma hissini bastıramıyor. Hayatın adaletsizliğini düşünüp "Neden? Neden?" gibi cevapsız ve öyle olduğu için anlamsız sorularla sabote ediyorum kendimi. Ben değil miydim bir insanın herzaman için "en güzel zamanlarım" olarak nitelediği yıllarda İstanbul'da her gün hayatına son vermeyi düşünen? Tutsakmışçasına, sokaklarında hapisane avlusundaymış gibi volta attığım şuursuzca? Ben değil miydim "Kurtar beni bu şehirden Tanrı'm! Ne olur.." diye gece gündüz yakaran? "Herşeyi, burada karşılaştığım bütün çirkinlikleri burada bırakıp gitmek istiyorum" dileği bana ait değil miydi?
Burada, kaderin benden yapmamı istediği şeyi en kısa zamanda bulmayı ümid ediyorum. Ve buradaki misyonumu en kısa zamanda tamamlayıp içinde hayal kurabildiğim bir yaşama yelken açmayı sabırsızlıkla bekliyorum!
7 Şubat 2011 Pazartesi
İçimizdeki şeytan
Varlığına ve de yokluğuna katlanamıyorun. Zaman zaman seni yerden yere vurmak, bu vahşi eylemin sonunda yine sana sığınarak vicdanımı rahatlatmak istiyorum. Sensiz bir hayatı arzuluyor, ancak buna cesaret edemiyorum. Cesaretsizliğimin nedenini kimi zaman sevgiye yorsam da gerçeğin acizlik olduğundan şüphe duymuyorum. Seni, başka bir insan olarak, olmayacağını bile bile, olmadığını bile bile seviyorum. Belki de haklı olan sensin ve ilişkimizin mümkün olan en kısa zamanda bitmesi gerek. Ömer, bunu zor da olsa başarabilmişti. Peki içimdeki şeytana sık sık kulak veren ben bunu başarabilecek miyim? Kendimi daha iyi anlatabilmek için Sabahattin Ali'nin satırlarına sığınıyorum:
"isteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiilerin daimi bir mesulünü bulmuştum: buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... içimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizdeki şeytan yok... içimizdeki aciz var... tembellik var... iradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç birşey: hakiklatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
5 Şubat 2011 Cumartesi
Kendinden bahseden insanları sevmediğim gibi başkalarını yargılayan insanları da sevmem. Tahammül edemediğim şey bu tarz kişilerin, kendilerinkinden farklı düşünceleri kabullen(e)memenin büyük bir acizlik olduğunun farkına varamamaları. Ortada böyle bir düşünce var ve bir kısım insan buna inanıyor, tıpkı bir kısım insanın inanmadığı gibi. Bu tip insanların, dünya genelinde tek bir din ve tek bir rejimin savunucuları olduğunu düşünüyorum. Aslında bu tip insanların fikrini değiştirecek güce sahip olamadığım için hayıflanıyorum için için, evet, bu doğrusu.
4 Şubat 2011 Cuma
Rolling in the deep
2 aydan fazla süredir yazılması planlanan hisler, olaylar, filmler, müzikler, insanlar ve hepsine dair yorumlar beynin kıvrımlarında konuşlanmasına karşın tarihin tozlu raflarında yerini alamayacak. "İçilecek onca şarap ve konuşulacak daha fazla şey"den bahsetmişim son yazımda, konuşmaların sessiz monologlardan ibaret olacağını öngöremeyerek.
Şimdi, göz önünde bulundurulmasını isterim ki ne zamandır, amaçladığı herbir şeyi yapan ancak yine de "işte, işte şimdi mutluyum ve kendimle gurur duyuyorum" diyememiş biri olarak yazıyorum buraya. İsterdim ki Adele'nin bu güzel şarkısını, çok sevdiğim arkadaşlarımla buluşmak için Taksim'e giderken Eksen'de dinliyor olayım. Veya isterdim ki Fındıklı'daki sevimli evime girer girmez açtığım radyoda karşıma çıkan ilk şarkı olsun "Rolling in the deep" ki arkadaşlarıma vereceğim küçük parti için daha bir şevkli hazırlanayım. Hala içime sindiremediğim şey ise beni seneler önce hayattan elemiş olan, insanlığı defolu ve üstüne üstlük çürük insanların benim hayallerimi yaşıyor olmaları. Kendime göre bir hayat bulup onu hayallemeğe ise arsızca karşı çıkıyor kalbim ve beynim hep yaptıkları gibi.
Ne çok seviyorum mutsuz olmayı..
Video eklemeyi bilmediğim için yazının başlığı olan şarkının bağlantısını verebiliyorum:
Kaydol:
Yorumlar (Atom)